Cihatsız İçtihat
Yegane kuvvet ve kudret sahibinin Cenabı Hak olduğuna ve 
    “Allah(ın vadine, nusretine ve rahmetine) kavuşacaklarına iman ve 
itimatları (ve Rablerine hüsnü zanları) tam ve sağlam olanlar dediler ki: 
Allahın izniyle, nice az (ama itaatkar ve sebatkar) topluluk, çok daha 
kalabalık (ve güçlü sanılan) topluluklara galip gelmiştir. (Çünkü) Allah 
sabreden (müminlerle) beraberdir”
[5]

  “Böylece (sonunda) onları, Allahın izniyle yenilgiye uğratıp (perişan 
ettiler) (Talutun askerleri içinde bulunan ve düşman tarafının bilmediği 
“sapanla taş fırlatmak” tekniğini çok iyi kullanan) Davut, (düşman 
komutanı) Calut’u (sapan taşıyla gözlerini kör edip) öldürdü… Allah ta O’na 
mülk ve hikmet verdi.”
[6]
İlk bakışta, giderek eriyen ve gücünü kaybeden, nihayet tükenme ve tıkanma noktasına gelen… Ama bir liderin etrafında, sebat ve sadakat gösterip kenetlenen ve “yüzde bir”lere düşen bir hareketin, sonunda Allahın izniyle zafere eriştiği görülmektedir. Demek ki her şeyden önce bir Talut, bir Davut gereklidir.
  Siyonist düşmanların bütün siyaset ve stratejilerini önceden sezen ve karşı tedbirler geliştirip onları boşa çıkarabilen…
  Davut misali, düşmanın kıtalararası atom başlıklı füzelerinden, uçak gemilerine, hepsini etkisiz bırakacak yeni ve yeterli teknolojik beyne ve beceriye sahip… 
  “ Evlerinizi satıp kooperatifimize yatırın… Tarlanızı satıp vakfımıza bağışlayın ki ayakta duralım…” diyen değil, Davut gibi, cihat ve teşkilatın ve hatta dünya çapındaki devrim ve ıslahatın bütün masraflarını kendi üstün gayreti ve “el emeği” ile hazırlayıp kimseye minnet etmeyen...
  D-8’lerle resmen, Avrasya hareketiyle fiilen, Siyonist sömürü hegemonyasına 
karşı, ekonomik, siyasi, askeri, teknolojik ve psikolojik gerekli bütün şartları ve 
imkanları hazırlayıp yönetebilen bir Lidere ihtiyaç vardır… Ve çok şükür işbaşındadır.
  a-  İslam Alemindeki ve diğer mazlum ve mağdur ülkelerdeki hazırlık ve
 hizmetlerini yürütebilmesi için “Türkiye’nin Başbakan yardımcısı, Başbakanı” gibi 
itibar ve itimat edilir bir TEMSİLİYET imkânından
  b-  Ülke içinde ise; devlet ve hükümet imkânlarından Milli ve insani 
amaçlar doğrultusunda yararlanmak, iyi niyetli ve kabiliyetli insanları 
teşkilatlandırmak, bunları eğitip olgunlaştırmak, sahtekarları sadıklardan ayıklamak 
için de RESMİYET fırsatından faydalanmak üzere Siyasi Parti faaliyetlerini başlatan 
ve bütün şer cepheleriyle boğuşup amacına yaklaşan bir hidayet ve hizmet 
önderi lazımdır…
Yoksa: “Her tarikat, her fırka kendi başına İslami gayretlerini sürdürsün… Hizmet ağını büyültsün… Sonunda kendiliğinden Müslümanlar hakim olur ve huzur bulur”
Veya:
“Adil Düzen için kıyam, Kur’an okumadır. Türkiye’nin her tarafında guruplar halinde Kur’an okunacaktır. Bugünlerde bu başlamıştır. Bunların her biri, kendilerine göre şeriat yasaları hazırlayacaktır. Mümkün mertebe bunları kendi cemaatlerine uygulayacaktır. Derken bunların birer başkanları ortaya çıkacaktır. Böylece siteler kurulacaktır. Bir değil, pek çok resul (elçi-davetçi) bulunacaktır. Allah bunları bir araya toplayacaktır. Bunlar da kendi arasından büyük başkanı atayacaktır.” gibi, ne Kur’ana, ne Sünnetullaha, ne akla ve mantığa ve nede tarihi hakikatlara asla uygun düşmeyen saf beklentiler ve ham hayallerle bir yere varılamayacaktır.
Hatta daha da ileri gidip: “Ondan sonra biz kendi şeriatımızı ve şartlarımızı uygularız. Karşı çıkan olursa, bütün dünya ile savaşır, mallarını da ganimet olarak alırız” kanaat ve içtihadında olanlar vardır… İyi de, acaba hangi güçle, hangi teknolojiyle, hangi düzenli ve disiplinli askerle, az da olsa hangi denenmiş ve eğitilmiş ekiple bunları yapacaksın sorularına verecek cevapları da var mıdır?
  “Herkes kendi kafasına ve kapasitesine göre bir köşesinden çalışmaya, taşları ve tuğlaları yığmaya başlasın. Sonunda inşallah Selimiye gibi bir şaheser kurmuş oluruz” iddiası ne kadar akıldan uzaksa… Her şeyden önce, bir Mimar Sinan ortaya çıkıp, en ince detayına kadar plan ve projesini hazırlayıp, yine sonuna kadar bizzat başında bulunmazsa böyle bir caminin yapılması imkânsızsa…
  Bunun gibi, bir liderden, ortak bir projeden, işbölümünden, otorite ve organizeden mahrum, birbirinden kopuk ve kendi başına buyruk hareketlerle, dünya çapında bir 
devrim ve değişimi ve Hakkın hakimiyetini hayal etmekte o derece saflıktır, hatta safsatadır.
 
  Bu yaklaşım, değil Yeni ve Adil bir Dünya Nizamı kurmak ve uygulamak, farklı mühendis ve ustaları çağırıp: Ortak bir proje ve işbölümü olmaksızın, “haydi herkes 
kendi kafasına göre motor ve şase’nin istediği parçalarını yapsın, sonra biz bunları birleştirip mükemmel ve son model bir araba çıkaracağız” iddiasından bile gülünç karşılanacaktır. Ve işte bu yanlış anlayış ve yaklaşım yüzünden nice yıllardır Müslümanların emekleri ve ödenekleri maalesef hep boşa harcanmıştır.
Sadece iyi niyet ve samimiyet; çok büyük imkan, eleman ve zaman israfına yol açan bu yanlış kanaat ve gayretlerin kefareti olamayacaktır.
Bunların “ölü doğmuş içtihatlar” olduğunu, 40 yıl geçtikten sonra bile olsa, artık anlamalıdır. Ölü içtihat; hiçbir şekilde ve hiçbir yerde uygulanma ve verimli semereler alma şansı olmamış, bazı girişim ve deneyimler de hep başarısızlıkla sonuçlanmış içtihattır. Böyle olması, sosyal fıtrata ve Sünnetullaha aykırı olduğunun da bir alameti sayılmalıdır.
  “Doğrusu Allah, kendi yolunda ( tuğlaları ve bütün parçaları) sanki birbirine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak (irtibatlı, intizamlı ve itaatlı bir teşkilat ve cemaat şuuruna ve sorumluluğuna kavuşarak) çarpışanları sever”[7] ayeti; cihat eden mümin topluluğu sağlam ve sarsılmaz bir binaya benzeterek, o yapının rastgele ve Allah veresiye gayret 
ve girişimlerle değil, ancak bir mimarın proje ve gözetiminde kurulacağını da hatırlatmaktadır.
Böyle bir hareketin, derinlere kök salan bir çınar misali, toprak üstündeki gelişmesinin çok ağır olması ve uzun zaman alması, hatta bazı dallarının sık sık budanmasının bile asıl gövdeye kuvvet katması, bazı kesimleri umutsuzluğun tuzağına atmaktadır. Oysa bu durum; insanların Allahu Taalaya mı yoksa zahiri şartlara mı 
güvenip dayandığının bir imtihan sırrıdır.
Kur’an bütün İslami hareketlerin ve bütün Resullerin zaferlerinin, böyle bir ümitsizlik ortamında gerçekleştiğini şöyle buyurmaktadır. “Vakta ki, resuller (halktan) umutlarını kesip de, artık kesinlikle yalanlayacakları (Kavimlerinin asla imana gelmeyeceği ve Hak davaya yardım etmeyecekleri) kanaatinin (iyice yerleştirdiği) bir sırada, yardımımız onlara gelmiş (zafer kapıları açılıvermiştir)”[8]
Allah, sadıklarla sapıkları, Salihlerle fasıkları, müminlerle münafıkları birbirinden ayırmak ve yeryüzünde iktidar mirasını bu ezilen ve seçilen azınlığa bırakmak muradındadır:
“Firavun, içinde bulunduğu yerde büyüklenmiş ve güçten düşürmek (rahat yönetmek ve karşı bir cephe oluşturmalarını önlemek için) oranın halkını fırkalara ayırıp parçalamıştı….”[9]
  “Biz ise yeryüzünün (her yerinde ve her devirde) zayıf düşürülen kimselere (aciz ve çaresiz hale getirilip ezilen inanç, itaat ve cihat ehline) lütufta bulunup nimet ve faziletimizi tattırmak, onları (devlet, hükümet ve siyaset) önderleri kılmak ve 
(ülkelerindeki ve yeryüzündeki imkan ve iktidarlara) mirasçı yapmak istiyoruz”[10]
“Ve (yine istiyoruz ki) onları (sebat ve sadakat ehli olanları) kuvvet ve hakimiyet sahibi olarak yeryüzünde (ve iktidar mevkiinde) yerleştirip (onurlandıralım) (böylece) Firavuna, Hamana ve bunların ordularına (zalim hükümet ve hükümdarlara, hain bürokratlara ve bunların keyfi ve şahsi menfaatı için halka baskı ve barbarlık yapan asker ve polis takımına) korktuklarını başlarına getirelim (ve ezdikleri ve hıyanet ettikleri mümin mücahitlerin zafere erdiklerini ve kendi devlet ve düzenlerini ele geçirdiklerini) onlara gösterelim de (intikamımızı alalım)”[11] ayetleri, bu mesaj ve müjdeleri bize hatırlatmaktadır.
  Halbuki münafıklar ve kalbinde maraz olanlar Allahın değil, Yahudi siyonistlerin ve Hıristiyan emperyalistlerin dostluğuna ve desteğine güvenip sığınmakta ve o kafir ve zalimlere yaranmak için yarışmaktadırlar.
  “İşte kalplerinde maraz olan (ama çevresinde alim, fazıl, muhterem ve 
mücahit sanılan münafık)ları: (Müslümanlar zayıftır. Süper güçlerle başa çıkmaları imkânsızdır. Öyle ise, onların himayesine sığınmamız lazımdır) Devranın ve dünyanın aleyhimize dönüp bize (musibetler) çarpmasından korkuyoruz” diyerek (Yahudi ve Hıristiyanların) aralarında çabalar 
yürüttüklerini görürsün… (oysa) umulur ki Allah, (yakında) bir fetih veya kendi katından bir emir getirecek de, münafıklar ve marazlılar nefislerinde gizli tuttukları (iman zaafiyetinden ve hıyanet düşüncesinden) dolayı pişman (ve perişan) olacaklardır.”
[12] ayetleri bu gerçeği anlatmaktadır.
“Ancak, bu şeytan(lar), sadece kendi dostlarını (ve dalkavuklarını) korkutur.”[13]
Yani şeytanın avukatlığını yapan, ama safdiller arasında mübarek ve muttaki tanınan, ağzı kalabalık münafıklar, gerçek müminleri değil, Siyonist ve emperyalist güçlerle, yalnız ve ancak kendi avanelerini korkutup, zalimlerin safına kaydırmaktadır.
İşte bu:
  “Küfürde büyük çaba harcayanlar, (kâfir ve zalimlere yaranmak için yarışanlar) seni üzmesin… Çünkü O (münafık)lar hiçbir şeyle (ve hiçbir şekilde) Allaha (ve İslam davasına) zarar veremezler. Allah, onları ahirette hazz (lezzet ve izzetten pay) sahibi kılmamayı ister. (Bu yüzden dünyada bazı geçici ve cüzi başarı ve ganimetler verir.)”[14]
“Onlar İmana karşılık küfrü satın alanlardır. (yani önce iman etmişken sonra onu vererek, İslam’a hıyanet edip kâfirlerle işbirliğine girişen, dünyalık makam ve menfaat karşılığında zulüm düzenine taşeronluk yapan münafıklardır)”[15] ayetleri mucizevi şekilde, sanki yeni nazil olmaktadır. Ve aynen diyalogcuları, ılımlı İslamcıları, Siyonist merkezlerin himayesinde Mehdilik satanları ve onların safsatalarını anlatmaktadır.
Kur’an bizi “hikmet”le değil, “hüküm”le amel etmek üzere yükümlü ve sorumlu tutmaktadır.
  “Bu Müslümanlar gaflet ve kötülüklerinin cezasını çekiyor… Bu saldırı ve sıkıntılarla ölenler şehit hükmüne geçiyor, kalanlar bilinçlenip bileniyor” gibi hikmetleri bahane ederek, Amerika’nın Irak’taki vahşetini ve işgalini, haklı ve hayırlı görmek şeytanlıktır
  “Böylece, toplum ve sistem; hanımı tesettürlü olan, kendileri namaz kılan, ağzına içki koymayan kimselerin iktidarına alışıyor… Başbakanın, bir kısım bakanların ve bazı bürokratların Cuma namazına gitmesi insanın 
göğsünü kabartıyor” gibi hikmetlere sığınarak, ipi Siyonistlerin elindeki iktidarların ülkemize ve milletimize yönelik hıyanetlerine… Dinimizi ve Devletimizi tahribe yönelik hareketlerine hoşgörüyle bakmak ve keramet uydurmak, şaşkınlıktır…
Yahudi ve Hıristiyanların, Avrupa ve Amerika’nın; İslam’ın ve insanlığın aleyhine olan haksız ve ahlaksız girişimlerine taşeronluk yapanların… Bunca cinayet ve rezaletlerine rağmen, hala onlara destek çıkıp dostluk kuranların “ılımlı İslam” diye, dinimizi yamultmak ve yozlaştırmak isteyenlerin bu sinsi emellerine bile bile alet olanların… Ve onlarla birlikte “Küfürde müsaraat halinde bulunanların”, yani zalimler
 ve kâfirlerle dayanışma ve yardımlaşma içinde çalışanların, bütün bu melanetlerine. “O’nun okullarında ve yurtlarında yetişenler, namaz kılmakta ve haramlardan sakınmaktadır. Bu gençler, gelecekte kurulacak barış ve bereket düzenine uyumlu ve olumlu bir nesil oluşturacaktır.” gibi hikmet ve mazeretlerle kılıf hazırlamak ve katkıda bulunmak elbette şarlatanlıktır...
Büyük Din Alimi ve Osmanlı Şeyhülislamı Zembilli Ali Efendinin, İstanbul’a Kırkçeşme sularının akıtılması merasiminde, sultana dönüp:
 “Kur’ani kurallara aykırı bazı Avrupai kanunları, şeriata monte etmekle, öyle bir halt işledin ki, bu Kırkçeşme suları, kırk sene aksa o pisliği temizleyemez” sözlerini hatırlatmanın zamanıdır…
  Hadisi Şerifte işaret ve ifade buyrulduğu gibi: Allah dilerse, zındıklar, fasıklar ve münafıklar eliyle de dinine ve müminlere kuvvet katıp destek sağlayabilir… Onların 
şahsi hesapları ve şeytani amaçları için yaptıkları bazı işler, hayrül makirin olan 
Allahın dilemesiyle, sonunda İslam’a ve Müslümanlara yararlı ve hayırlı sonuçlar doğurabilir…
Ama böyle faydalı sonuçlara sebep olabilir diye, fasık ve facirlere arka çıkmak elbette haramdır ve kalbi bir hastalıktır…
  “Bedeviler, “biz inandık” dediler. Deki: Siz iman etmediniz. Ama “İslam olduk deyiniz”
(
Çünkü) henüz iman kalplerinize girip yerleşmiş değildir…”
[16] gibi ayetlerden de anlaşılacağı gibi:
  Mümin: İnandığı ve hayatının amacı saydığı Hak Nizam kurulsun ve insanlık küfür ve kötülükten kurtulsun diye çalışanlardır.
  Müslim ise: Kurulan ve hakim olan Hak Nizama tabi ve teslim olanlardır.
Şu anda bizim, her şeyden önce Mümin ve mücahitlere ihtiyacımız vardır. 
Adil Düzen hakim olunca insanlar fevc fevc, bölük bölük, dalga dalga[17] zaten Müslümanlaşacaklardır.
Velhasıl, Adil Düzen, “tedrisat” ve “içtihat” la değil, ancak “cihat”la hakim olacak ve uygulanacaktır.

Elbette, tedrisat ve içtihat ta mutlaka lazımdır ve farzdır. Ancak, Zulüm düzenlerini dağıtıp devre dışı bırakmak ve Kur’ani ve ilmi içtihatları yürütme fırsatına kavuşmak için, tek çare, cihattır. Namaz, oruç, hac, zekat gibi, “cihat”ta hepsinden farklı ve faziletli bir ibadet olup, kendine mahsus edasının şartları: Farzları, sünnetleri, mekruhları ve müfsitleri bulunmaktadır. Ve ancak bu şartlara uygun yapılan hareket ve hizmetler cihat sayılır ve ancak bu şekilde Kur’anın vaat ettiği zafere ulaşılır.


[5] Bakara: 249
[6] Bakara: 251
[7] Saf: 4
[8] Yusuf: 110
[9] Kasas: 3
[10] Kasas: 5
[11] Kasas: 6
[12] Al-i İmran: 51-52
[13] Al-i İmran: 175
[14] Al-i İmran: 176
[15] Al-i İmran: 177
[16] Hücurat: 14
[17] Nasr suresi
Yunus Mahallesi Web Sitesine Hoşgeldiniz
 
SON HABERLER
 
KARDEŞ SİTELER
 
http://www.millisuur.com.tr/ http://ilaclamatemizlik.com/ http://www.esam.org.tr/ http://www.akyalanlar.com/ http://millifikir.tr.gg/ http://www.barnabas-incili.com/ http://www.hzisahristiyanmiydi.com/ http://www.diyalogmasali.com/ http://www.ilmedavet.com/ http://www.kuranimiz.net/ http://www.israilboykot.com/ http://www.filistindayanisma.org/
 
Bugün 39 ziyaretçi (41 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol